Kur’an-ı Kerim’de deniz, ırmak, sel, yağmur, pınar, çeşme gibi anlamlara gelen kelimelerin yanı sıra su manasına gelen ma kelimesi tam 63 defa geçmektedir.
Hayatın devamı için su, bütün canlıların ihtiyaç duyduğu en temel maddedir. Bu durum Kur’an’da birçok ayette geçer.
Örneğin Hacc Suresi beşinci ayette Allah-u Teala şöyle buyurur: “Yeryüzünü görürsünüz ki kupkurudur. Fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her bitkiden çift çift yetiştiririz.” Bu ayette suyun sadece insanın yaradılışının kaynağı olarak değil, varlığının devamı için de muhtaç olduğu besinlerin yetişmesinde önemli bir rol oynadığı ifade edilir.
Kur’an’ın pek çok tekrarla önemle üzerinde durduğu bir husus da her kış mevsimiyle birlikte ölü durumuna geçen tabiatın baharla birlikte adeta dirilmesinde yağan yağmurun oynadığı önemli roldür. Bakara 164, Ankebut 63, Rum 24, Lokman 10 ve Araf 57 gibi ayetlerde buna işaret edilmektedir.
Kur’an-ı Kerim, dolayısıyla da İslam suya böyle büyük bir kutsiyet atfederken Osmanlı medeniyeti de bu kutsiyete uygun hayır işlerine koyulmuştur.
Bu hayır sanatlarından birisi de çeşmelerdir. Çeşme, Farsça çeşm yani göz sözcüğünden türemiş, Osmanlı Türkçesinde, “kaynak” anlamında kullanılmıştır. Osmanlı’da suya verilen önemi, göz ile suyun eş anlamlı tutulduğu bir kültürün yaşatılmasından anlamaktayız.
İstanbul’un çeşmelerinde bütün bir medeniyetin, “pet şişeye ram olmadan önceki” inceliğini görmekteyiz.
20. yüzyılın ilk yarısında Profesör Schütte çeşmeler için, “Bayramlık elbiselerdeki pırlantalara benzeyen dört köşeli kutular” benzetmesini yapmıştı.